20 Nov 2019

İstanbul' u Domuzlar Basmış


Hafta sonunun biraz ilginç geçtiğini söyleyebilirim. Cumartesi günü, Aşağı Gökçe köyünün Beykoz Paşa Garden de düzenlemiş olduğu kahvaltıya davetliydim. Dernek yöneticisi Belgin Ekşi'ye ve arkadaşlarına konukseverlikleri için teşekkür ediyorum.
Pazar günleri öğleden sonraları ise genelde küçük bir İstanbul turu atmayı neredeyse alışkanlık haline getirdim. Arabayla Bebek, Etiler, Levent, Mecidiyeköy, Kağıthane, Seyrantepe, Ayazağa, Maslak derken İstinye'ye geliyordum. Ancak son zamanlardaki trafik sıkışıklığından güzergahta bir değişiklik yaptım. Şimdi Reşitpaşa, Dört Levent, Seyrantepe, Ayazağa, Maslak derken İstinye'ye geliyorum.
İstinye Koru Mahallesi, 1984 yılından itibaren ikamet ettiğim yerdi. Adını da hemen bitişiğindeki Emirgan Korusundan alıyordu. Burası İstinye sırtlarında, İstanbul Boğazına nazır, güzel ve şirin bir yerdi. Mahalleyi Emirgan korusundan Levent, Maslak ve Poligon dan İstinye'ye inen Koru Caddesi ayırıyordu. Son yıllarda caddenin adının Katar Caddesi olarak değiştirilmesinin nedenini ise halen de anlayabilmiş değilim. Evden çıkıp Emirgan Korusuna girişim sadece bir buçuk iki dakikamı aldığından korudaki yürüyüşlerimi ihmal etmiyorum.
Her gün muntazaman yaptığım yürüyüşlerimde ise çoğunca bir şiir yazabiliyorum. Çünkü burada kendi kendime kalabiliyor ve iç dünyamı dinleme şansını yakalayabiliyorum. O anki ruh halime göre önce şiirin konusunu belirliyor, daha sonra da kalıbını ve çatısını oluşturuyorum. Dörtlükleri belirledikten sonra hemen elimdeki kağıda kalemle not ediyor ve yürüyüşümü sürdürüyorum. Bu da günün karı oluyor işte.
Bazende yanıma kağıt kalem almayı unuttuğum oluyor. Aklıma gelen dörtlükleri unutuyor, yanıma kağıt kalem almadığım için kendimi suçluyorum. Eğer yakınımda insanlar varsa kalemleri olup olmadığını soruyorum. Her halde onlarda bu davranışıma bir anlam veremiyorlardır. Bu kağıda not etme işlemini yapmaz da biraz geciktirirsem o güzelim dörtlükleri unutabiliyorum. Eve gelince de ekleme ve çıkarmalar yaparak şiire son şeklini veriyorum.
Dün, " Sensiz güzellik olmaz" Şiirimi yazmışım.
Emirgan Korusu, İstanbul'luların nefes aldığı istisnai yerlerden birisini oluşturuyor. Ben de bunalıp daraldığım zamanlarda soluğu burada alıyorum. Sincapların cenneti sayılabilecek olan koruluğu nasıl anlatabilirim bilmem ki?
İstanbul Boğazından sahil yolu ile ayrılmakta olan koruluktaki muhteşem manzarayı ancak bizzat görerek bir sonuca varabilirsiniz. Her mevsim ayrı bir güzelliği olan Emirgan Korusunun, İlkbahar mevsimindeki özelliği ise inanılmazdır. Doğanın canlanması ile adeta burada toprak fışkırır. Envai çeşit çiçekleri insan eliyle dikilen lalelerin görüntüsü gölgede bırakabilir.
İstanbul'un her yerinden akın akın buraya gelen insanlara turistleri de katarsanız gerisini siz düşünün. Binlerce on binlerce insandan oluşan insan seline siz de karışır ve onların içinde kayıp olur gidersiniz. Buraya yığılan yüzlerce binlerce arabadan oluşan kördüğümün ise ne zaman çözüleceğini sizler de merak edersiniz.
Emirgan korusunun en önemli özelliklerinden birisi de yeni evlenecek çiftleri ilgilendirmektedir. Koruya her gittiğinizde mutlaka yeni evlenecek çiftlere rastlarsınız. Ya nikahtan önce ya da sonra buraya gelerek resim çektirdiklerine tanık olursunuz.
Yürüyüşümü tamamlayıp korudan eve geldiğimde artık sıra; araba ile küçük bir İstanbul turu atmama gelmişti. Reşitpaşa, Dört Levent, Seyrantepe derken Ayazağa, Maslak dönüp İstinye'ye gelecektim. Yola çıkmış ve Ayazağa'ya kadar gelmiştim. Ancak burada alışılagelmişin dışında bir durumla karşılaştım. Gökdelenlerin dibinde dikkatimi çeken bir durum vardı.
İnsanlar birikmiş kimileri yol kenarındaki tel örgünün içine ekmek atıyor, kimileri de ellerindeki telefonlarla resimler çekiyorlardı. Kimileri de çocuklarını omuzlarına almış, işaret parmaklarıyla onlara bir şeyler gösteriyorlardı. Ben önce insanların taş attıklarını sanıyor ve durumu yadırgıyordum. Dikkatle bakınca yolun üstünde bir şeyler olduğunu görebiliyordum. İlk önce belediyenin bir domuz heykeli yaptırmış olabileceğini düşündüm. Ancak dikkatle bakınca onların hareket ettiklerini gördüm. Hayretler içerisinde kaldım.
İlerleyip tekrar geri dönerek durumu yerinde görmeye karar verdim. İstanbul'da Ayazağa- Maslak yolunda gökdelenlerin dibinde sekiz tane domuz sürüsü, insanlarla iletişim kurmaya çalışıyordu. İstanbul'da ilk defa böyle bir olayla karşılaşıyordum.
Yemeğe de geç kalmıştım ama olsundu. Onların resimlerini çekmeli ve bu olaya tanıklık etmeliydim. Bu resimleri Egeye de gösterir onlar hakkında bilgi verebilirdim. Gerçekten de Ege'nin oldukça dikkatini çekmişti. " Yekta, domuzların yanına beni neden götürmüyorsun. Biz seninle arkadaş değil miyiz." diyordu. O akşam bu durumu bir şiirle de belirginleştirmeliydim. İlginizi çekebileceğini düşünerek de paylaşmak istedim. Esen kalınız.

DÖRT AYAKLI DOMUZLAR

Bir tek onlar eksikti,
Geldiler İstanbul'a.
Sekizerli onarlı,
Doldular İstanbul'a.

Dört ayaklı domuzlar,
Acep nerden geldiler.
Huzurlu bir yaşamı,
Aradılar buldular.

Hafif sağa yanaştım,
Cendere Maslak yolu.
Domuzlar da şaşırdı,
Her taraf insan dolu.

Çok mu aramışlar da,
İstanbul’u bulmuşlar.
Kırlara sığmamış da,
Kentlere mi dolmuşlar.

Hısım akrabaları,
Var mı burda acaba.
Varoşlarda yaşamak,
Zor mu burda acaba.

Emirgan'da sincaplar,
Daldan dala konuyor.
Dağdan inen domuzlar.
Şaşkına mı dönüyor.

Ekonomik krizden,
Etkilenmez ki onlar.
Doğanın adaleti,
Onlara mutlu sonlar.

Her şey sığdı bu kente,
Domuzlar mı sığmadı.
Zulme karşı koyacak,
Anasından doğmadı.

Alıştılar demek ki,
İnsandan kaçmıyorlar.
Baskı ve zorlamayla,
Çiçekler açmıyorlar.

Yekta Hoca herkese,
Yer mi yok bu dünyada.
Gönüller geniş olsun,
Yeter ki şu dünyada.

YEKTA AYDIN. AYAZAĞA- İSTİNYE. 03.11.2019. PAZAR. SAAT. 17.10.