Yayla Yolları
Bilindiği gibi Karadeniz Bölgesinde yaşayanlar için yaylacılık, vazgeçilmez bir yaşam biçimidir. Yaylacılığın beraberinde getirdiği kültürel özellikler ise oldukça ilgi çekicidir. Bunlardan yayla göçü şenlikleri adeta bir festival özelliği taşır.
Yayla şenlikleri, bu bölgelerin olmazsa olmazıdır. Yeşilce yayla şenliklerinin izleri, silinecek gibi değildir. Bu şenliklerde oynanan horonlardan bıkmak usanmak söz konusu değildir.
Yeşilce, Karadeniz’e paralel olarak uzanan sıra dağların güneyinde, Kuzey Anadolu çöküntü hendeği üzerinde doğu batı istikametinde akan Kelkit Çayının yerleştiği vadinin de elli kilometre kuzeyinde yer alan bir yerleşim birimidir.
Yeşilce, dolayısıyla bağlı bulunduğu Mesudiye, bu iki kültürün özelliklerini bir potada eriterek kendine özge bir karakter yaratmayı bilmiştir. Bu bölge, kültürel açıdan bir geçiş özelliği gösterir.
Mesudiye, 1934 yılında Ordu iline bağlanana kadar, asırlardır Şebinkarahisar vilayetine bağlı bir kaza olarak işlevini sürdürdü. Bu nedenle de vadi kültürünün izlerini Melet havzasında görmek her zaman olasıdır.
Bu kültürel farklılıkların Meletli Cenikli öykülerine yansıdığına da tanık olmaktayız.
Yaylacılık yapan bir sahil insanının:
“ Ben Ceniklinin sırtına çise yağanlarındanım.” demesi, ben varlığı da yokluğu da bilirim. Halden anlarım anlamında değerlendirilmelidir.
“ Cenikliler, kışın geldiğini elinde baltasıyla Meletli’yi sahilde görünce anlarlarmış.
Kıtlık zamanlarında gittiği yerden bir türlü ayrılamayan Meletli, yanındaki arkadaşına,
“ Cenikli deli değil ya, Meletli’nin mısıra geldiğini anlar besbelli.” derken beklentisini dile getirdiğini ifade eder.
Yani bu ve benzeri öykülerden de anlaşılacağı üzere koşullar Meletli’yi göçe zorlamıştır.
Meletli’nin yaşadıkları yokluklar, ayrılıklar, özlemler, acılarla birlikte sevinçler ve mutluluklar da oynadıkları horonlara ve çalıp söyledikleri türkülere yansımıştır.
1990 lı yıllarda Suşehri’nin il olma iddiaları dile getirilirken Mesudiye’nin Suşehri’ne bağlanma olasılığı da ciddi ciddi Mesudiye kurultaylarında tartışıldı.
Mesudiyeli, her nedense 100 kilometre uzaklıktaki Ordu yerine, 1000 kilometre uzaklıktaki İstanbul’u tercih etti. Ordu’ya yönelik girişimler ise henüz yeni yeni gündeme gelmekte.
Bu kültürel geçiş özelliğine iklim ve bitki örtüsünde de rastlamak olası. İklim, ne sahildeki kadar ılıman, ne de daha güneydeki bölgeler kadar serttir.
Melet havzasındaki horanlara gelince, daha çok Şebinkarahisar, Alucra gibi vadi yerleşim birimlerinin izlerini taşır.
Vadi ile özdeşleşen Mustafa Küçük, Onur Bozatlı, Nurettin Bay, Emre Gürsoy gibi sanatçılar, bölgede on yıllardır şevk ve heyecanla dinlendi.
Melet havzasında ise buna karşılık Hürdağ Aydın, Fatih Yaman, Erol Aydoğan, Taner Özsoy, Sedat Ünver, Necmi Kıran, Kubilay Duman, Latife Erarslan, Menderes Koç, Tuğba Koç, Ömür Karaca, Mustafa Kuzu, Canan Başaran ve bunlar gibi daha aklıma gelmeyen diğer sanatçıların yöresel ve ulusal kültüre katkıları az değildir.
Bu bölgelerde oynanan horonlar ise ne Karadeniz sahil kesiminde oynanan horonlar kadar hızlı, ne de daha güneyde oynanan horonlar kadar ağırdır.
Horonlar, yörelerin özelliklerine göre çeşitlilik gösterir. Türkler, tarihin akışı içersinde Horasan’dan batıya yani Anadolu’ya doğru gelirken sosyo kültürel özelliklerini de taşıdılar. Geldikleri yerlerdeki halkla da etkileşimlerini sürdürdüler. Böylece ortak kültürlerin oluşmasını sağladılar.
Birlikte mücadele eden, doğal olaylar karşısında birlikte tavır alan bu insanlar, başarılarını, mutluluklarını, heyecanlarını ve diğer etkinliklerini de birlikte yaşadılar. Bayramlar, düğünler, nişanlar, yayla göçleri, asker uğurlama törenleri ve benzeri etkinlikleri hep birlikte kutladılar.
Yürekleri dolduran coşkular, sevinçler bu bölgelerde horona dönüştü. Birlikte çalışan, birlikte mücadele veren, bir arada huzur içinde birlikte yaşayan, ortak bir kültüre sahip olan insanların birlikte neşelenmeleri ve eğlenmeleri horanla şekil buldu.
Yaylacılığın yanında Güzlecilik de bu bölgede yaşayan insanların olmazsa olmazıdır. Güzleler, yaylaya gitmeden ve yayla dönüşlerinde, su kaynaklarının bol olduğu ve köye yakın olan yerlerde hayvancılık yapmak amacıyla gerçekleştirilen bir yaşam biçimidir. Yeşilce’nin etrafında ona yakın Güzle evleri, bu işlevi yerine getirir.
Güzlecilik, daha ziyade köyün genç kızları tarafından sürdürülen bir etkinliktir. Buralarda bir araya gelen genç kızlar, söyledikleri manilerle gençliklerinin ve güzelliklerinin tadını çıkarırlar. Onları ziyarete gelen yavukluları ise onlarla kolay kolay görüşemezler. Kızlar mesajlarını, uzaktan uzağa ancak bu maniler kanalıyla verebilirler. O zamanlar günümüzde olduğu gibi iletişim araçları yaygın değildir. Manilerle ya da ıslıklarla iletişim kurulmaya çalışılır.
Mani söyleyerek birlikte horon oynayan kızlar, adeta yeniden hayat bulurlar, kendilerine gelirler ve iyice kurtlarını dökerek rahatlarlar. Uzaktan uzağa kızların manilerini dinleyen erkeklerse, yavukluları ile görüşememenin, özlem giderememenin ezikliğini, hüznünü yaşarlar.
Kaçak göçek görüşen sevgililer ise o anki yaşadıklarını kar hanesine yazarlar.
Ben de bu açıklamalardan hareketle yazdığım bir maniyi örnek olarak sunmaya çalıştım.
Yöresel özellik taşıyan bir bestemi, yazdığım mani ile özdeşleştirerek yöresel bir horon havasını hayata geçirdim.
Umarım bu konuda uğraş verenlerin ilgisini çekebilir.
Hoşça vakit geçirmeniz dileğiyle. Sevgilerimle.
YAYLA YOLLARI
Yaylanın yollarında,
Peştemal bellerinde
Allah canımı alsın,
O yarin kollarında.
Yayladan gidemiyom
Seni terk edemiyom
Duman çise yüzünden
Yari fark edemiyom
Yayla yolu yokuştur
Kız işliğin nakıştır
Kurban olurum sana
O ne biçim bakıştır
Yaylada yaylayamam
Suları boylayamam
Sana bir çift sözüm var
Bir türlü söyleyemem
Yaylaya göçen kızlar
Soğuk su içen kızlar
Adam adamı yer mi
Utanıp kaçan kızlar
Yaylaya gidenim var
Beni dert edenim var
O yari sevmek için
Bir hayli nedenim var
Yayla da duman çise
Tutuldum kaldım sise
Ben de geçer giderim
Verdiğin söz bu ise
Yeri var zamanı var
Dini var imanı var
Yekta-i yem yaylanın
Sisi var dumanı var.
YEKTA AYDIN. YEŞİLCE 06.03.2021 CUMARTESİ