23 Nov 2019

Osmancık

BU YOLLARDA NE OLACAK HALLERİM,
EŞE DOSTA UZANIR MI KOLLARIM,
OSMANCIK’TA BAĞLANIYOR YOLLARIM,
KIZILIRMAK BOYUN AŞSIN OSMANCIK.

“DÜNDEN BUGÜNE İZLENİMLERİM” Adlı onuncu kitabımın oldukça ilgi gördüğünü söyleyebilirim. İstanbul’da katıldığım toplantı ve imza günlerinde okurlarımın taleplerine yanıt vermeye çalıştım. Geri dönüşlerdeki değerlendirmeler oldukça memnuniyet vericiydi. Bunun üzerine Ankara, Samsun ve Ordu’daki okurlarımın taleplerine de yanıt verme gereğini duydum.
Aslında 16.02.2019 Cumartesi günü Samsun’da toprağa verilecek olan Ozan Arif’in cenazesine katılmayı çok istiyordum. Ancak programım çakışınca ertelemek zorunda kaldım. Ozan Arif’le (Arif Şirin) 1970 yılında Perşembe İlköğretmen okulundan birlikte mezun olmuştuk. O Samsun’un bir köyüne atanırken, ben de Ordu’nun Aybastı İlçesinin bir köyüne atanmıştım. Ozan Arif, Ülkücü camianın takdirini kazanan son zamanlarda da muhalifliği ile dikkatleri üzerine çeken bir arkadaşımızdı. Ailesinin ve sevenlerinin acısını paylaşıyor, yakınlarına sabırlar diliyorum.
17 Şubat 2019 Pazar günü Ankara Mesudiyeliler ve Yeşilceliler Derneğinin MEGEV’ deki düzenlemiş oldukları imza gününe katıldım. Nazik davetlerinden dolayı dernek yöneticilerine çok teşekkür ediyorum. Ankara’da bulunan dost, akraba, arkadaş ve öğrencilerimin sıcak ilgilerinden oldukça mutluluk duydum. Üç saat süren etkinlik esnasında yoğunluktan özlem giderme şansımızı da kullanamadık. Ancak dostlarımla gönül birlikteliği sağlamış olduğumuzu ve birbirimize olan sevgi ve saygılarımızın artarak devam ettiğini memnuniyetle gözlemledim.
Ankara’dan sonra yolum Samsun’a ulaştı. Samsun girişinde geçirdiğim ufak bir kaza ile aracımı orada bırakmak zorunda kaldım. Bu konuda Samsun’da ikamet eden eğitimci arkadaşlarımın sıcak ilgilerinden oldukça memnun kaldım. Başta Emrullah Albayrak olmak üzere diğer eş dost ve arkadaşlara ilgileri için çok teşekkür ediyorum. Otuza yakın arkadaş grubunun katıldığı bir ortamda kitaplarımı imzalamanın da keyfini çıkarmış oldum.
Aracın onarımı tamamlanana kadar da Ordu’ya gitmem gerekiyordu. Bir dönem İyi Parti Ordu İl Başkanlığı da yapan değerli dostum şair, yazar ve araştırmacı Avukat Tevfik Karabulut’un hukuk bürosunda Ordu’daki dost ve arkadaşlarıma kitaplarımı imzaladım. ROYAL HOTEL’in Genel Müdürü Salim Yurdakul’un konuğu olarak birkaç günde Ordu’da kaldım. Sevgili dostlarıma bana gösterdikleri ilgiden dolayı çok teşekkür ediyorum.
İstanbul’daki sigortacı bir öğrencimin çabalarıyla aracın onarımının tamamlandığını öğrendim. Artık İstanbul’a dönüş zamanı gelmişti. Erkenden yola çıktım. Kendi kendime; “ Dikkat etmeli, radara yakalanmamalı ve süratli gitmemeliyim.” diye kararlar aldım. Trafik işaretlerine uyum sağladığımda İstanbul’a ancak iki günde gelebileceğimin hesabını yaptım. Elli altmış kilometrelik hızlarla yolun biteceği yoktu.
Önümde bir Osmancık engeli vardı. Yıllardır bu engeli bir türlü aşamıyordum. Osmancık, adeta rüyalarıma giriyordu. Osmancığa uğramadan gidilecek bir yol olsa oradan gidecektim. Ancak alternatif bir yol da yoktu. Bu yüzden de yıllardır artık Osmancık’tan alış veriş bile yapmamaya karar verdim. Öyle ki; bir yılda Osmancık’tan geçerken ödediğim trafik cezası, iki milyar lirayı aşmıştı. Çoluğun çocuğun nafakasını Osmancığa yatırmak zorunda kalıyordum.
Osmancık sınırına geldim ve frene basmaya başladım. Elli altmış kilometre hızla yola devam ediyordum. Ama şehir bir türlü bitmiyordu. Bir ara trafik işaretleri azalınca herhalde şehir bitti artık ayağımı frenden çekeyim dedim. Ayağımı frenden çekmeyle birlikte flaşın yüzümde patlaması bir oldu. Gündüz öğlen çağı gözlerimin önünde adeta yıldızları saymaya başladım. Geçirdiğim şoktan sonra kendi kendime; “ Aha gitti yine bir depo benzin parası.” diyerek söylenmeye başladım. Bununla kalsa bari diye düşünüyordum. Kim bilir peşimden daha kaç tane ceza mektubu gelecekti.
Ceza ödentilerini genelde İstinye’deki Ptt şubesine yatırıyordum. Oradaki görevli kızcağız da beni görünce:
“ Yine mi siz? Yine mi trafik cezası? Yoksa yine mi Osmancık’ta yakalandınız?” diye soruyordu. Büyük bir ihtimalle yine aynı sorularla karşılaşacaktım. Ceza ödentilerini yatırmaya gittiğimde İstinye’deki postacı kızdan da artık utanmaya başlamıştım. Keşke başka bir görevliye denk gelsem diye Allah’a dua ediyordum.
Neyse Gerede’ye geldim. Artık İstanbul yoluna girdim. Bundan sonra daha öyle tuzak muzak olmaz, biraz sürat yapabilirim diye düşünüyordum. Gaza basar basmaz yüzümde flaşın patlaması bir olmaz mı? Yine yıldızları saymaya başladım. “ Aha bir depo benzin parası daha gitti.” diye söylenerek yoluma devam ediyordum.
Bu duruma bir türlü çözüm bulamıyordum. Uçağa da hiç binemediğim için karayollarına mecbur kalıyordum. Artık korka korka da olsa uçağa binmeyi ciddi ciddi düşünmeye başladım.
Kendi kendime, işimiz Allah’a kaldı diyerek; “ Hey Allahım, Deli Dumrul hikâyesine döndü memleket. Geçenden iki akçe, geçmeyenden bir akçe. Kamunun yolundan, köprüsünden, Allah’ın suyundan, güneşin ışığından para mı alınırmış? Ne olacak bu milletin hali? Acaba dünyada kendi vatandaşına bu kadar tuzak kuran başka bir ülke var mı?” diye, kendi kendime söylenip duruyordum. Bir de baktım ki, İstanbul’a gelmişim.
Egenin koşarak boynuma sıkı sıkıya sarılıp:
“ Yakta dedeee! Ben seni çok özledim. Sen beni özlemedin mi? Neredeydin sen. Sen gideli bunlar beni çok üzdüler. Sen onlara kız kız! Siz bu benim yavrumdan ne istiyorsunuz de onlara.” demesiyle, tüm yorgunluklarımı gideriyor ve artık kendime geliyordum.

YEKTA AYDIN İSTİNYE.